21 Ocak 2010 Perşembe

haricten gazel

son 5-6 yılda türeyen türk grupların/müzisyenlerin kalitesini gördükçe gerçekten insan gururlanıyor. benim ülkemde de tek tük değil dişe dokunur çoklukta güzel şeyler yapılıyor artık diyebiliyorum. tabi ki evveliyatı olan harika müzisyenleri tenzih ediyorum. belki de hep vardılar, ben teknoloji yüzünden varlıklarından daha kolay haberdar oluyor da olabilirim. ne yazıktır ki bu işleri yapanların, yaptıkları işlerin sürekliliğini sağlamak, en azından giderlerini karşılamak adına bile bir maddi dönüş alamadığından bazen hiç tanınmadan, bazen de bir albumle silinip gitmesine üzülenlerdenim. lafı "albümler satılmıyor kardeşim" e getirmeyeceğim çünkü ben de almıyorum. çünkü lüzumsuz buluyorum.
şöyle ki; ortalama bir albümün 10 tl olduğunu düşünürsek ne kadar büyük bir bütçe ayırmam gerekir ki binlerce şarkıyı dinleyebileyim. o kadar varlıklı olmadığıma göre haliyle paramı ücretsiz edinebileceğim bir şeye vermek istemiyorum. ama bir grubu para vermeden canlı bir sahnede dinleyemeyeceğim için, paramı konserlere harcamayı daha mantıklı buluyorum. herhangi bir grubun da maddi dönüş için albüm satışından ziyade konserlerden gelir elde etmeye çalışmasından yanayım. çünkü müzik dinlemek bir lüks sayılamaz. olsa olsa canlı dinlemek lüks olabilir. bunun üreten için de, dinleyen için de bir zevk olduğunu düşünürsek, olabildiğince sık konser vermek en makul olanı sanırım.
verilen emeğin tüccar zihniyetli insanların elinden kurtarılıp; prodüktürünün, dağıtıcısının, satıcısının, bilmem necisinin yamyamlık yapmasına izin vermeden, olabildiğince tek elden alıcısına iletilmesini savunuyorum.

sanat dalları içinde en çok sömürüsü yapılan müziktir herhalde. etinden, sütünden, yününden her türlü sömürüye uğrar ne yazık ki. sömürünün bunu üreten hariç, elden geçen herkes tarafından yapılması da ayrı bir acayiplik tabi. mağdur olan sadece üreten ve dinleyen sanırım.
kendi fikrimce sanatın içine maddi beklenti girdiğinde o işin samimiyetinden kuşku duyarım. ama bu demek değil ki bu insanlar bu işten para kazanmasın. öyle ince bir ayar var ki zaman zaman çoğu şeyden soğutmuştur beni.
hatırlayın; bir zamanlar populer olmamak için, çok ticari buldukları için video klip çekmeyen metallica, parayı bulduğunda üzerinde isimleri yazılı takkeleri donları bile pazarlamaya, her türlü mp3 paylaşım sitesini dava edip; "telif haklarını ihlal ediyorlar, album satışları düşüyor. bu mendebur herifler yüzünden yiyecek ekmek bulamıyoruz vallahi hakim bey" diyerek ortalığı nasıl galeyana getirdiklerini. kastettiğim tam da böyle bişey.

siya siyabend elemanlarından murat toktaş'ın crossing the bridge'deki şu sözleri olayın tamamen özeti aslında;
"bunu tercih ettiğimizi anlamıyorlar ya. yani sokaklarda birebir kendimizi ifade etme yolunu tercih ettiğimizi anlayamıyorlar. çünkü anlayışları şuna müsait; kasedi çıkarıyosun abi. parayı alıyosun. bi şekilde konserleri de koyuyosun. ne söylersen söyle. söylediğinin alt yapısı, mahiyeti hiç bişeyi olmasın önemli değil. biraz güzel bi sesin var mı. biraz da tipin kurtarıyo mu. tamam abi. seni sunarız. bu insanlar da yerler”.

sonsuz saygı duyduğum gruplardan biridir. imkansızlıklarına rağmen, maddi beklentileri olmadan müzik yapan şahane insanlar. eğer bir yerde dinlemediyseniz ya da istiklal'de çalarlarken rastlamadıysanız çok şey kaybetmişsiniz demektir.

başladığım konuya dönersek, ülkemde halen mustafa sandal, serdar ortaç, ismail yk vs. gibi insanların muteber müzik adamları olarak ortalarda boy gösterdiklerini gördükçe içim sızlıyor. sosyolojiden anladığımı söyleyemem o yuzden bu konudaki fikirlerim diğerleri gibi götümden sallamanın ötesine geçemese de, toplumların estetik anlayışının kültürel ya da ekonomik gelişmişlikleriyle alakalı olmadığını düşünüyorum. muhakkak etkisi vardır ama dominant sebebi farklı bişey herhalde. çünkü en azından müzik açısından, daha eskiyi göz ardı ederek sadece osmanlı'da bile müziğe verilen öneme baktığımda ve yaşadığımız toplumun kültürel çeşitliliğinden kaynaklanan güzelliğiyle gelişmiş müzik kültürüne rağmen nasıl olur da bu adamlar prim yapar aklım almıyor.
60’lardan itibaren pop müzik kültürümüzün üretmekten ziyade piyasa yapan fransız, ispanyol ya da arap şarkılarına türkçe söz döşeyip millete gazlama geleneğinden gelmesinin tezahürü sanırım şu zamana kadar süregelen kokuşmuş müzik kalitesi.

sadece rahatlamak için yazılmış lüzumsuz bir fikir beyanıdır.
arz ederim.

"sokak müziği yoktur, müzik sokakta olmalıdır...
sokak oyunu yoktur, oyun sokakta olmalıdır...
sokak sergisi yoktur, sergi sokakta olmalıdır...
sokak sanatı yoktur, sanat sokakta olmalıdır...
ve esasen;
sokak hayatı yoktur,hayat sokakta akmalıdır...
ama maalesef günümüzde hayat sokaktan dışlanmakta ve sokaklar tamamen ticari faaliyetlere peşkeş çekilmekteler..." (siya siyabend)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder